Farz olan namazın vakti vardır ve vakitten önce kılınması ve vakit geçtikten sonra kılınması sahih değildir.
Nitekim Allah u Teala şöyle buyurmaktadır: «Namazı kıldınız mı, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah’ı anın. Güvene kavuştunuz mu namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, mü’minlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.» (Nisa: 103)
Yani belirli vakitlerde farz kılınmıştır.
Ebü Müsa (radiyellahu anh) anlatıyor: “Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e bir zat gelerek namaz vakitlerini sordu. Efendimiz ona hiçbir cevap vermedi.” (Sabah vaktinde) şafak sökünce, henüz kimse kimseyi tanıyamayacak kadar ortalık karanlık iken Bilâl’e emretti, sabah ezanını okudu. Sonra, güneş tam tepe noktasından batıya dönme (zeval) anında yine Bilâl’e emretti, öğle ezanını okudu. Bu vakit için, -öbürlerinden daha iyi bilen- birisi: “Bu, gün ortası ” demişti. Sonra, güneş henüz yüksekte olduğu zaman emretti, Bilâl akşam namazı için ezan okudu. Sonra ufuktaki aydınlık (şafak) kaybolunca yatsı için emretti, Bilâl yatsı ezanını okudu. Sonra ertesi gün, sabah namazını tehir etti. O kadar geciktirdi ki, kişinin, “sabah vakti çıktı veya çıkmak üzere” demesi ânında namazı tamamladı. Sonra öğleyi tehir etti, öyle ki, öğle namazını dün ikindiyi kıldığımız âna yakın bir vakitte kıldı. Sonra ikindiyi tehir etti. Bir kimsenin, “Güneş (ikindi) kızıllığına büründü” diyebileceği bir vakitte namazdan çıktı. Sonra akşamı, nerdeyse ufuktan aydınlığın (şafak) kaybolduğu âna kadar tehir etti. Sabahlayınca soru soranı çağırarak şöyle buyurdu: “Vakitler bu ikisi arasındadır” başka bir rivayette; “ikinci günde şafak batmadan akşam namazını kıldı.” [Müslim rivayet etti]
Namaz vakitleri şunlardır:
Sabah namazının vakti, ikinci fecrin (fecr-i sâdık) doğuşu (doğudan batıya doğru uzanan beyazlık) ile başlar, güneşin doğuşu ile sona erer.
Güneşin zevalinden başlar bir şeyin gölgesi misli oluncaya kadar devam eder. Güneşin zevalinden sonra meydana gelen gölgedir.
Nitekim güneş doğduğunda kişinin gölgesi batı yönünde olur. Güneş yükseldikçe gölge kısalır.
Ta ki gölge duruncaya kadar daha sonra gölge uzamaya başlar. Gölgenin artmaya başladığı ana zeval vakti denilmektedir.
Öğle vaktinin bitişinden başlar bir şeyin gölgesi iki katı oluncaya kadar devam eder. Güneşin zevalden sonra olan gölge demektir.
Güneşin batımından başlar, kırmızı şafak kayboluncaya kadar devam eder. Kırmızı şafak; Güneş doğarken gökyüzünde beliren kırmızı aydınlıktır.
Akşam vaktinin bitişinden gecenin yarısına kadar devam eder. Nitekim peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: “Yatsı namazının vakti, gece yarısına kadar surer.” [Müslim rivayet etti]
Günümüzde namaz vakitlerini takvim yardımıyla öğrenmemiz en kolay yoldur.
- Namazı avret yerlerini gösteren dar elbise veya ince ve şeffat veya avret yerleri açık olduğu halde namaz kılmak veya topukları geçecek şekilde yerde sürünen elbise giyip namaz kılmak.
- Üzerinde resim olan elbiseyle namaz kılmak veya ruhları olan resimli yerlerde namaz kılmak veya içinde resim ve nakış olan seccade üzerinde namaz kılmak.
- İçerisinde mazarlık olan mescitlerde namaz kılmak. Nitekim peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “Dikkat edin, sizden öncekiler, Peygamberlerinin ve salih insanların kabirlerini mescit edinirlerdi. Sakın ola ki, kabirleri mescit edinmeyiniz Ben size bundan nehyediyorum.” [Müslim rivayet etti]
1. Kim vakit çıkmadan önce bir rekat idrak ederse tüm namazı idrak etmiş olur. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Kim namazdan bir rekatı idrak ederse tüm namazı idrak etmiş olur.” [Buhari ve Müslim rivayet ettiler]
2. Unutarak veya uyuyarak kılınmayan bir namaz hemen kılınmasıdır. Zira Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Kim namazı unutarak kılmazsa hatırladığı an kılsın. Onun kefareti odur.” [Buhari ve Müslim rivayet ettiler]
Abdestle olur; Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Abdesti bozulan biriniz abdest almadan namazını Kabul etmez.” [Buhari rivayet etti]
Bu Taharet de Boy abdesti almakla meydana gelir. Nitekim Allah u teala şöyle buyurmaktadır: «Eğer cünüp iseniz, iyice yıkanarak temizlenin» (Maide:6).
Namaz esnasında abdestsiz olduğunu hatırlarsa veya namaz esnasında abdesti bozulursa namazı bozulur. Selam vermeden namazı terkeder ve abdest alır, zira namaz kesildi ve bitmemişti. Selam vermek namazın bitimine işarettir.
Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: «Ve elbiseni temizle.» (Müddessir: 4)
Sabit olan bir rivayette Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) iki kabre uğradı. Ve şöyle buyurdu: “Şüphesiz ki o ikisi azap çekiyorlar. Çektikleri azap da büyük bir şey değildir (kolay olan, fakat ondan korunmaları nefislerine zor gelen bir şey idi.) Oysa o şey, büyük günah idi. Onlardan birisi, idrar sebebiyle azap çekiyor.” [Ebu Davud rivayet etti]
Arabinin mescitte idrar etmesiyle ilgili hadis’te Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: “Bırakın ve onun idrar yaptığı yere bir kova su dökünüz.” [Buhari ve Müslim rivayet ettiler]
Üzerinde bir necaset olduğunu bilmeyen veya unutan kimsenin namazı sahihtir.
Peygamber den sabit olan rivayette; “Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz namaz kılarken ayakkabısını çıkardı, bunun üzerine insanlar da ayakkabılarını çıkardılar. Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) namazı bitirip ayrılınca onlara sordu; Ayakkabılarınızı neden çıkardınız? Onlar da, biz senin ayakkabılarını çıkardığını görünce, çıkardık, diye cevap verdiler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Şüphesiz ki, Cibril bana geldi ve ayakkabılarımda murdarlık bulunduğunu söyledi, O bakımdan, sizden biriniz Mescid’e geldiğinde ayakkabılarını çevirip altlarına baksın, onlarda bir murdarlık görürse, yere sürüp gidersin, sonra da onları giyinik bulunduğu halde namazını kılsın.” [Ebu Davud rivayet etti]
Üzerinde necaset olduğunu hisseden kimse necaseti gidersin ve namazına devam etsin. Daha önce zikredilen hadise binaen; şayet temizlemeye gücü yetmezse namazı bozulur.
Yeryüzünün hepsi mescit olup üzerinde namaz kılması sahihtir. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: “Yeryüzü benim için mescit ve temiz kılındı. Ümmetimden olan bir kimseye namazı idrak ederse namazı kılsın!” [Buhari ve Müslim rivayet ettiler]
ancak nehyedilen müstesna hükümler vardır. Örneğin; Kabirde ve banyoda namaz kılmak gibi. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Yeryüzünün tümü mescittir, ancak kabir ve banyo müstesnadır.” [Tirmizi rivayet etti]
Deve ahırları da; yine Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem): “Deve ahırlarında namaz kılmayınız” [Tirmizi rivayet etti]
Deve ahırları; develerin kalıp uydukları yerdir.
Erkeğin Avret yer: Göbekten dize kadardır.
Kadının namazda avret yeri: yüz ve el avuçları hariç tüm bedenidir.
- İki omuzu örtmek :
Namaz kılan kimse iki omuzunu ve boynunu örtmesi gerekir. Nitekim Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “Sizden biriniz tek elbiseyle omuzu açık bir şekilde namaz kılmasın.” [Buhari ve Müslim rivayet ettiler]
Kıble; Ka’be-ı Müşerrefedir. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: «(Bundan böyle), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin.» (Bakara: 144)
- Bazı kurallara uymak gerekli olur:
1. Mescidi Haram’da namaz kılan bir kimse Ka’be’ye yönelmesi gerekir. Ancak uzak olan kimse Ka’be yönüne doğru durması gerekir. Zira tam bir şekilde zatına yönelmeyebilir.
Bunun için Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Doğu ile Batı arası kıbledir.” [Tirmizi rivayet etti]
2. Binek üzerinde olanın nafile namaz kılışı; namazın başlangıcında gücünün yettiği kadar kıbleye yönelir, ancak aciz kalırsa bineğin döndüğü yöne doğru namaz kılar.
-“Peygamber den sabit olan; Binek üzerinde hangi yöne olursa olsun tesbih ederdi. Ve vitir namazını da kılardı. Fakat farz namazını kılmazdı.” [Ebu Davud rivayet etti]
- Kıble yönünü bilmeyen kimse ne yapması gerekir ?
Kıble yönünü bilmeyen kimse meskun bir mahalde ise veya yakınlarında insan varsa kıbleyi sorar ve öğrenir. Veya mescitlerin mihraplarıyla veya pusulayla, güneş ve ay vasıtasıyla vb.
şeylerle öğrenmeye çalışır. Eğer aciz kalırsa kendisi tercihini yapar. Bu konuda Allah u Teala şöyle buyurmaktadır: «O hâlde, gücünüz yettiği kadar Allah’a karşı gelmekten sakının.» (Tegabün: 16).
02-03.jpg