(19674) no'lu fetva:
Soru
: Zatı âlinize bildirmek isterim ki ben, Güney bölgesi şehirlerinden Tühame-i Kahtan sakinlerindenim. Asir bölgesine bağlı Zahranü'l-Cenûb'de (Güney Zahran) hudud muhafızlarına yönelik islami bilinçlendirme faaliyetleri yürütmekteyim. İmam Muhammed b. Suud İslam Üniversitesi Güney şubesi şeriat fakültesinden bu yıl mezun oldum. Çalıştığım kurumda ve doğup büyüdüğün memleketim Tihame-i Kahtan'ta sınırlı olarak Allah'a davet ve irşat faaliyetleri yürütebilmekteyim.
Fakat memleketimiz Tühame-i Kahtan'da halkın Allah'ın şeri hükümlerini bilmemelerinden mütevellit babadan oğula tevarüs eden bazı cahiliye âdetleri ve örfleriyle karşılaşıyorum. Başkaları gibi ben de Allah'ın şeriatına aykırı durumları düzeltmek ve halkı şeriatın öğretilerine uymaya teşvik için gayret ediyorum. Bu sayede Allah'ın şeriatına uymayan bu âdetler ve gelenekler büyük ölçüde gerilemiş olsa da, Allah'ın şeriatına ters düştüğünü düşündüğümüz ve halkı bırakmaya ikna edemediğimiz bazı gelenekler hala sürdürülmektedir.
(Bölümün numarası 14; Page No. 204)
Atalarından tevarüs ederek bugün hala yaşattıkları ve bana göre bir çok olumsuzluklara yol açtığı için çirkin ve kötü olan bu geleneklerden biri şöyledir: İki kabile veya iki aile arasında bir cinayet davası söz konusu olduğunda, maktülün ailesi sulh ya da diyeti kabul etmeyip bunun için katilin ailesi ya da kabilesinden iki kızla evlenmelerini şart koşuyorlar. Bunu da "Mal gider, fakat gelin bedel olarak kalır" düşüncesiyle yapıyorlar. Sulh maddelerine göre evlendirilecek kadın ya da maktulün ailesinin seçeceği kız, ister istemez maktulün ailesinden biriyle evlenmek zorunda kalıyor ve maktulün ailesinden evleneceği eşini seçme hakkı bulunmadığı gibi, ne kadar ağır şartlar altında kalırsa kalsın evlilik akdini feshetme hakkı da bulunmuyor. Maktulün ailesinden olan eşi ölürse, akrabalarından biri kendisine varis olmaktadır. Maktulün ailesi için şart koşulan bu kadın, sulhun ya da üzerinde anlaşılan diyetin bir parçası yapılmaktadır. (Bölümün numarası 14; Page No. 205) Sorum şudur: Bu evlilikte kadının rızası yoktur. Evlilik akdini bozma hakkı bulunmamaktadır. Eş seçiminde özgür değildir. İlk eşi öldükten sonra da özgür olamamaktadır. Bu gibi olumsuzluklar göz önünde bulundurulduğunda Allah'ın şeriatında böyle bir evliliği mubah gören hükümler var mıdır? Kadın bazı durumlarda razı olabilir. Her zaman olmasa bile bazen evlendiği kişi sembolik bir mehir ödeyebilir. Fakat bu kadının, maktulün ailesinden biriyle evlenmesi şarttır, isterse kocası sembolik bir mehir ödesin. Zatı âlinizden ricamız şudur: Allah'ın şeriatında böyle bir evliliği mubah kılan bir hüküm yoksa, önce Allah'tan sonra zatı âlinizden bu soruma acil cevap vermenizi bekliyorum. Zira bu günlerde zikretmiş olduğum olayın bir benzeri daha yaşanmaktadır. Konu, zatı âlinizden çıkacak resmi bir şeri fetvaya bağlıdır. Zira bizim bölgemizde yaşanan benzer bir olayda barış işin koşulan şartlardan biri (karşı taraftan) gelin almaktı. Ben bunu duyunca konuyla ilgili zatı âlinizin görüşünü alıncaya kadar meseleyi beklettim. Çünkü gelin günahsız bir yetimdi ve buna zorlanmıştı. Barış meselesini zatı âlinizin görüşünü ve vereceğiniz hükmü görünceye kadar durdurdum. Zatı âlinizin böyle bir evliliğin caizliği ya da haramlığına ilişkin fetvası bize ulaşır ulaşmaz, fetvanın içeriği bölge hakimine bildirilecektir. Bu tür evliliklerin, az evvel saydığımız olumsuzlukların yanısıra güzellikleri de vardır. Akrabalık ilişkilerinin sürdürülmesi, nesebin korunması, katil ile maktulün aileleri arasında çıkması muhtemel bir fitne ateşinin söndürülmesi bu gözelliklerdendir. Allah zatı âlinizi muvaffak eylesin. Adımlarınızı hayır yolunda daim eylesin. Önce Allah'tan sonra zatı âlinizden cevabın ivedi olmasını umuyorum.
(Bölümün numarası 14; Page No. 206) Cevap : Soruda anlatılan katil ile maktulün kabileleri arasında akdedilen sulh, geçersiz bir sulhtur. Ne Allah'ın kitabında ne de Resulünün (s.a.v.) sünnetinde aslı yoktur. Ayrıca pak islam şeriatın sabit hükümlerine de aykırıdır. Zira İslam'da maktulün yakınları ya kısas yoluyla katilin öldürülmesini talep ederler, ya da kısastan vazgeçip diyete razı olurlar. Yahut kasti cinayetlerde bütün bu cezalardan feragat edebilirler. Hatalı cinayetlerde ise başka hiçbir şart koşmaksızın, ya diyete razı olurlar ya da katili affederler. Diğer yandan işaret edilen bu sulh, cahiliye dönemi âdetlerinden bir âdete dayanmaktadır. Zira yapılan barış anlaşmasında maktulün ailesi, kızların rızasını dikkate almaksızın katilin kabilesinden iki kızla evlenmeyi şart koşmaktadır. Herhangi birinin kocası vefat ederse, akrabalarından biri ona varis olmaktadır. Diyet ve sulh ancak bu şartla kabul edilmektedir. Bu âdet, Arapların islamdan önceki cahiliye dönemelerinde yaptıkları uygulamalarına benzemektedir. Buharî'nin Sahih'inde (VIII/57) İkrime (r.a.) kanalıyla İbn Abbas'dan (r.a.) naklettiği, yine Şeybanî'nin Ata Ebü'l-Hasan es-Sivâî yoluyla bildirdiği ve "İbn Abbas'tan (r.a.) başkasından rivayet ettiğini sanmıyorum" dediği bir rivayette İbn Abbas
Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helal değildir.
âyetiyle ilgili şu açıklamayı yapmıştır: Bir erkek ölünce, varisleri hayatta kalan karısı üzerinde daha çok hak sahibi olurlardı. İçlerinden isteyen, onunla evlenirdi. Dilerlerse bir başkasıyla evlendirirler, dilerlerse evlendirmezlerdi. Fakat kadın üzerinde onun kendi ailesinden daha çok hak sahibi olurlardı. Bu geleneği iptal etmek üzerine bu âyet inmiştir. İbn Hacer de Fethu'l-Bârî'de (VIII/95) der ki: Taberî Ali b. Ebî Talha yoluyla İbn Abbas'dan şu sözünü nakleder: (Bir erkek ölür de geride dul bir eş bırakırsa, ölen kişinin bir yakını kadının üzerine elbise atar ve kadının başkasıyla evlenmesine engel olur. Kadın güzelse onunla kendisi evlenir. Çirkinse ölene kadar yanında tutar ve ona varis olur.) Buna göre zikredilen o sulhun dayandığı evlilik batıl bir evliliktir, geçerliliği yoktur. Çünkü kadın alınıp satılan bir meta muamelesi görmektedir. Böyle bir evliliğe zorlanarak haysiyeti çiğnenmektedir. Ölen kocasının akrabaları tarafından miras alınmaktadır. Dolayısıyla bu töre islam şeriatına terstir. Kadının İslam'da şerefli bir yeri vardır. Haysiyetini ve şerefini koruyan hakları vardır. Rızası alınmadan onun adına evlilik akdi yapılamaz. Evliliğin sıhhat şartlarından biri de çiftlerin birbirleriyle evlenmeye razı olmalarıdır. Ayrıca velisi ya da kabile üyelerinden herhangi biri olmaksızın sadece kadının kendisinin mehir alma hakkı vardır. O nedenle islam şiğar evliliğini yasaklamıştır (şiğar, iki kadının mehirsiz olarak karşılıklı iki erkekle evlendirilmesi demektir). Çünkü bu tür evliliklerde kız velisi kendi maslahatı ve çıkarı için damat adayı kabul eder, kadının maslahatı ya da rızasını dikkate almaz. Zikredilen evlilikte de kadının maslahatı ve rızası değil, o kabilenin maslahatı dikkate alınmıştır. Ayrıca, bu çeşit evlilikler neticesinde başka sorunlar, fesatlar ve kötülükler de yaşanabilmektedir. Bu tür evlilikler evlenilen kadına zarar vermek için vesile olabilir, bazı durumlarda bu, öldürülen kabile üyesinin intikamını almak için öldürmeye kadar varabilir. Özellikle de evlilik kadının rızası/isteği dışında yapılmışsa. Diğer yandan bu tür evlilikler akrabalık ilişkilerinin gözetilmesi, iki kabile arasında çıkması muhtemel fitne ateşinin söndürülmesi gibi maslahatları gerçekleştirdiği iddialarına da katılmak mümkün değildir. Zira def-i mefasit celb-i menafiiden evladır (Kötülüğün önlenmesi, iyiliğin celbinden evladır.)
(Bölümün numarası 14; Page No. 207)
(Bölümün numarası 14; Page No. 208) Başarı Allah'tandır! Allah,Peygamberimiz Hz. Muhammed'e (s.a.v.), âilesine ve sahabesine salât ve selam etsin.