Hadid sûresinin tefsiri

(Bölümün numarası 4; Page No. 320) Boş sayfa (Bölümün numarası 4; Page No. 321)  Hadid sûresinin tefsiri. (Bölümün numarası 4; Page No. 322) (5961) no'lu fetva: Soru: Allah Te'âlâ şöyle buyurmaktadır: Sonra bunların izinden ardarda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik, ona İncil'i verdik; ona uyanların kalplerine şefkat ve merhamet vermiştik. Uydurdukları ruhbanlığa gelince, onu biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükafatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır. Ayet-i Kerime'deki ''Bida'' ile kastedilen nedir ve ona riayet etmenin hükmü nedir? Ayrıca kendisine; sabah-akşam Allah'a istiğfarda bulunmayı, O'na hamdetmeyi, salât selam getirmeyi zorunlu kılıp da bunu yerine getirmeyenin hükmü nedir?


Cevap: Öncelikle bu ayette bid'at ile kastedilen şey, ruhbanlıktır. Ruhbanlık; Allah Te'âlâ'ya yakınlaşmak ve O'na taatta aşırı giderek rızasını elde etmek için Allah'a ibadete yönelip insanlardan uzaklaşmaktır. Bu ibadetin dağlarda, kilise, sinegog ve benzeri yerlerde yapılması arasında fark yoktur. Bu bid'atı Allah, kendilerine yazmamış ve meşru kılmamış, aksine onlar bunu kendiliklerinden iddialarınca Allah'ın rızasını kazanmak ümidiyle uydurmuşlardır. Bu hususta onların durumu, bu ümmet içerisindeki bid'atçilerin, kendilerini takip ettikleri kimselerin durumu gibidir. Çünkü onlar; başlarını aşağı-yukarı, sağa-sola sallayarak yüksek ve gür sesle meczuplar dedikleri kimselerin naralarıyla halka ve saf oluşturarak Allah'ı zikretmek için bir araya gelmek ve yine peygamber ve salihleri yücelterek Allah'ın izin vermemesine rağmen mevlid-i nebi ve salihlerin doğumlarını kutlamak gibi bid'atler oluşturup bununla da sevap elde etme ümidiyle islama bid'atlar sokuşturdular. İkinci olarak: Ruhbanlığı icad eden bu kimseler, buna hakkıyla riayet de etmediler. Yani: İddialarınca Allah'a yaklaşmak için icad ettikleri bu amellerinde günlerce halvet halinde kaldılar. Bunun üzerine Allah'ın izin vermediği şeyleri dine bid'at olarak sokmalarını ve kendilerini Allah'a yaklaştıracağını ümid ettikleri şeyleri de yerine getirmemeleri sebebiyle Allah onların bu durumunu reddetti. Şayet onlar, bunu reddedip bırakarak hakka dönselerdi bundan dolayı mükafatlandırılırlardı. (Bölümün numarası 4; Page No. 324) Üçüncü olarak: Kendisine farz kılınmamış olan meşru bir ibadeti nefsine zorunlu kılarak mutlak veya mukayyed olsun sayı ve zaman bakımından meşru kılındığı şekilde eda eden kimse güzel bir şey yapmış olur. Bu, dinde bid'at çıkarmak değildir. Zira o, aslı ve keyfiyeti itibariyle meşrudur. Buna Abdullah b. Amr b. As'ın teheccüdü, birgün oruç tutup birgün yemesi, hatta zayıf düşünceye kadar buna devamlılık göstermesi örnek verilebilir. Kendisine, bunları azaltması söylendiğinde de şöyle demişti: Resulullah (s.a.v.) zamanından beri yaptığım bir şeyi terkedecek değilim. Allah'ın meşru kıldığı şeylerden devamlılık gösterdiği bir şeye vefa gösteren kimse güzel bir şey yapmış olur. Zayıf düşme sebebiyle bunlardan bir şeyi de yerine getiremeyen ruhsatla amel etmiş olacağından herhangi bir sorumluluğu bulunmamaktadır. Gevşeklik ve tembellik sebebiyle terkeden kimse de evla olanın hilafına hareket etmiş olur.Ancak aslen Allah Te'âlâ'nın meşru kılmamış olduğu miladi sene, hicri senenin ilk günü, doğum günü ve benzeri kutlamalar ya da aslen meşru olup da fakat Allah'ın meşru kılmadığı şekilde yerine getirilen amellere devamlılık gösterilmesi münker olan bir bid'attir. Çünkü bunlar Allah Te'âlâ'nın meşru kılmış olduğu ibadetin yapılma tarzına muhaliftir. Bunun örneği; yukarıda da belirttiğimiz üzere toplu olarak tek ve yüksek sesle yapılan zikir benzeri uygulamalardır. Allah Te'âlâ böyle bir uygulamayı meşru kılmadığı gibi, Resulullah da (s.a.v.) böyle bir şey zikretmemiş , sahabesine bunu öğretmediği gibi onlar da böyle bir şey yapmamışlardır. Bunda bir hayır olsaydı Allah onu meşru kılardı ve bunu hem Resulullah (s.a.v.) hem de sahabeler (r.a.) yaparlardı. Şayet onlar bunu yapmış olsalardı, bize kesin nakillerle ulaşırdı. Dolayısıyla bu durum onun, kendisinden uzak durulması gereken sonradan çıkarılmış bir bid'at olduğunu göstermektedir. (Bölümün numarası 4; Page No. 325) Bütün bunlardan şu anlaşılmaktadır: Hiçbir insanın, kendisine Allah'a istiğfar ve hamd hususunda sınırlı bir sayıyı zorunlu kılma ve zikir için belirli bir zaman tayin etme hakkı yoktur. Bilakis zikir olarak sabit olmuş şeylerden kolayına gelen zikirleri istediği vakitte istediği kadar yapmaya özen gösterir. Zira Resulullah (s.a.v.) bunları mesela yüz defa ile ve sabah ve akşam ile sınırlandırmamıştır. Bundan sayı ve zaman sınırlaması yapmaksızın anlatılanlar ile beraber Allah'a yakınlaşma hususunda Resulullah'a (s.a.v.) tabi olarak vazgeçerse sevapla mükafatlandırılır. Ancak sayı, zaman veya keyfiyeti belirlenmiş olarak varid olan zikirler bize geldiği şekilde yapılırlar.Başarı Allah'tandır. Allah, Peygamberimiz Muhammed'e, aline ve ashabına salat ve selam eylesin. İlmi Araştırma ve Fetva Daimi Komisyonu



Tags: