(Bölümün numarası 3; Page No. 233)
Sıfatların te'vili
(Bölümün numarası 3; Page No. 234) (5082) Numaralı fetvanın birinci sorusu:
Soru 1: Okullarda öğrendik ki, Ehl-i sünnet ve'l-cemaat mezhebine göre, Allah’ın isim ve sıfatlarına tahrif, ta’til, keyfiyet, temsil olmaksızın iman etmek gerekir. Bu konuda gelen nassları zahiri manasından çıkarmamız gerekir. Fakat Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat'in iki okulunun olduğunu iddia eden insanlar vardır. Bu okullardan birincisi İbn Teymiye ve öğrencilerinin okuludur. İkincisi ise Eşarilerin okuludur. Bizim öğrendiğimiz şeyler ile İbn Teymiye ve öğrencilerinin söyledikleri uyuşmaktadır. Fakat diğer Ehl-i sünnet ve'l cemaat mezhebinden olan Eşari, Maturidi ve diğerleri ise, Allah’ın sıfatlarının ve isimlerinin şer’i naslara muhalif olmadığı müddetçe te’vil edilmesine bir engelin olmadığını söylüyorlar. Bu görüşlerine İbnu’l-Cevzi’yi ve diğer bazı kişileri delil olarak getirmekteler. Bilakis Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaatten olan Ahmed b. Hanbel şu örnekte de olduğu gibi sıfatlardan bazılarını te’vil etmiştir:
Peygamber (s.a.v.):
Adem oğlunun kalpleri, Rahman'ın parmaklarından iki parmağı arasındadır.
buyurmuştur. ve (s.a.v.):
Hacerü'l-Esved Allah'ın yer yüzündeki sağ elidir.
buyurmuştur. Ve Allah Te'âlâ:
Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.
buyumuştur. ve diğeri.Soru şudur: Ehli Sünnet v'el Cemaatin bu şekilde ikiye ayrılması doğru mudur? Şer’i nasslara muhalif olmadığı müddetçe sıfatların te’vil edilmesi hakkındaki görüşünüz nedir? Mesula b. Hacer, Nevevi, İbnul-Cevzi gibi sıfatları te’vil eden alimlere karşı tavrımız nasıl olmalıdır? Bu kişileri Ehli Sünnet v'el Cemaatin imamlarından saymalı mıyız, yoksa ne demeliyiz? Şöyle diyebilir miyiz: “Onlar te’villerinde hata yaptılar veya bu konuda yanlışa düştüler”? Bilinmektedir ki Eşariler, 7 sıfatın dışındakileri te’vil etmekteler. Buna göre 2 veya 3 sıfatı te’vil eden kimselere Eşari diyebilir miyiz?
(Bölümün numarası 3; Page No. 235)
Cevap 1: Öncelikle: İmam Ahmed'in:
Kulların kalpleri, Rahman'ın parmaklarından iki parmağı arasındadır...
hadisi gibi ve
Hacerü'l-Esved Allah'ın yer yüzündeki sağ elidir.
hadisi. Bazı sıfatları te'vil ettiği iddiası doğru bir iddia değildir. İbn Teymiyye dedi ki: Ebu Hamid el-Gazzali’nin bazı Hanbelilerden anlattığına göre, Ahmed 3 şeyin dışında te’vil yapmamıştır: “Hacerü'l-Esved Allah'ın yer yüzündeki sağ elidir.”, “Kulların kalpleri, Rahman'ın parmaklarından iki parmağı arasındadır...”, “Ben Rahmanı sağ tarafta buluyorum”. Bu anlatılanlar Ahmed’e isnad edilen yalanlardır. Ondan senedle bu şekilde rivayet eden olmamıştır. Arkadaşlarından da böyle bir rivayet gelmemiştir. Hanbeli olduğu iddia edilen Ebu Hamid, bilinmeyen meçhul bir kişidir. Ne dediği bilinmemektedir. Söyledikleri şeylerin doğruluğu yoktur. (E.H. Sayfa:398, Cilt:5, Mecmeul-Fetava)
(Bölümün numarası 3; Page No. 236) Tevilin üç manası vardır. Bunlar:Birincisi: Bir şeyin akıbeti, bir şeyin akıbetinin hakikati demektir. Ki Kur'an'da Yusuf (a.s.) hakkında:
İşte bu, daha önce (gördüğüm) rüyanın yorumudur.
Byurmuştur. Yani: Vukua gelmesini beklediğin şeyin hakikati budur. Söz konusu sorunun metninde geçen te'vilin manası bu değildir.İkincisi: Kelamı yakın zahiri manasından alıp, karineden dolayı uzak gizli manaya götürmektir. Bu kelam ve fıkıh alimlerinin aldığı manadır. Soruda söz konusu metinde anlatılan bu değildir. Çünkü zahirinden dönmek gibi anlamda kullanılmamıştır. Te'vili son olarak yapacağımız tarifinde kastedilen hakiki manadır. Üçüncüsü ise: Te’vil, tefsir manasındadır. Kelamın zahirinin delalet ettiği, Arap lüğatında haberi işiten kişinin hatırına gelen manasıdır. Soruda kastedilen de bu manasıdır. “Hacerü'l-Esved Allah'ın yer yüzündeki sağ elidir.” Cümlesinin zahirine göre hacer Allah’ın sıfatı değildir. Kendisinin sağ tarafından başlanılan şeydir. Bilakis zahir manası, rivayet edilen diğer hadislerin de delaletiyle sanki onun sağ tarafı gibidir. O cümle: Kim onunla tokalaşırsa, sanki Allah’la tokalaşmış gibi olur. Kim onu öperse, sanki Allah’ın sağını öpmüş gibi olur. İlk rivayetten son rivayete kadar kastedilen zahiri manasıdır. Doğru olan budur. İmam Ahmed vb. Selef âlimlerinin görüşü de bu şekildedir. Yani te’vil, tefsir manasındadır. Sonrakilerin dediği gibi kelamı zahiri manasından başka manaya çevirmek değildir. Ki zikredilen şey hadis değil, İbn Abbas’ın sözüdür. Hadisinde:
(Bölümün numarası 3; Page No. 237)
Kulların kalpleri, Rahman'ın parmaklarından iki parmağı arasındadır.
Benzeri bir söz rivayet edilmiştir. Zahiri manası, birbirine dokunma, birbirine geçme demek değildir. Zahiri manası Rahman’ın gerçekten parmaklarının olmasına delalet eder. Rahman’ın kudretinin kemaline delalet eder. Kullarının tasarruflarındaki gücüne delalet ederi. Şöyle denildiği gibi: Falanca kralın elinin arasında veya kabzasının elinde durdu. Bu ifade birbirine dokunmayı veya birbire geçmeyi gerektirmez. Bilakis kralın ve şahsın ellerinin olduğuna zahiren delalet eder. Şahsın kralın huzurunda olduğuna, kralın dokunma olmaksızın tasarruf sahibi olduğuna delalet eder. Allah Te'âlâ'nın:
Mutlak hükümranlık O'nun elindedir.
dediği de böyledir. Allah (c.c.):
Gemi, gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.
buyurmaktadır. Bunun benzerleri de vardır.İkinci olarak: Ehli Sünnet ve'l-Cemaatin iki gruba ayrılması bu şekliyle doğru değildir. Sahabeler siyasette ve itikadda tek bir millet idi, ifadesi de yanlıştır. Osman (r.a.)’ın hilafeti esnasında inançla ilgili ihtilaflar değil, siyasi ihtilaflar zuhur etti. O öldürülünce, bir kısmı Ali’ye diğer kısmı Muaviye’ye biat ettiler. Siyasi savaşlar aralarında çıktı. Onların aralarında “Hariciler” denilen bir grup çıktı. Müslümanlar arasında imanın 6 esasında, İslam’ın üzerine bina edildiği 5 esasında ihtilaf olmadı. Hilafet sözleşmesinde, büyük günah işleyenin tekfir edilmesinde, abdestte iki ayağa meshetme vb. konularda ihtilaflar çıktı. Sonra Ali taraftarı bazı kimseler aşırıya gittiler. Hatta ona tapanlar oldu. Ali taraftarlarına Şia ismi verildi. Sonra Şia ve Hariciler değişik gruplara ayrıldılar. Sonra sahabe asrının sonlarında bir grup kaderi inkar ettiler. Onlara da kaderiyye denilmektedir. Sonra Ca’d b. Dirhem Allah’ın sıfatlarını inkar etti. Ayetlerde ve hadislerde geçen ifadeleri kastedilen manadan farklı şekillerde te’vil etti ve Halid el-Kasri tarafından öldürüldü. Sıfatları inkar etme ve onları yorumlama konusunda ona, öğrencisi olan Cehm b. Safvan tabi oldu. Bu çirkin şey ona nisbet edildi ve onlara da Cehmiyye adı verildi. Sonra Mu’tezile ortaya çıktı. Sıfatlarla ilgili nasları Cehmiyye’ye uyarak te’vil ettiler ve Tenzih diye isimlendirdiler.
Kaderi inkar konusunda Kaderiye’ye tabi oldular ve buna Adl ismini verdiler. Yöneticinin emrinden çıkma konusunda Haricilere tabi oldular ve buna Emri bil Ma’ruf adını verdiler. Daha buna benzer şeyler söylediler. Onlara ve mezheplerine başlangıçta tabi olan Ebu’l-Hasan Ali b. İsmail el- Eş’ari ortaya çıktı. Sonra Allah hidayet nasib etti ve Mu’tezile’den ayrıldı ve Ehli Sünnet ve'l-Cemaatin yoluna geldi. Mu’tezile’nin islam’ın asılları ile ilgili yanlışlarına karşı onlarla mücadele etti. Fakat sıfatları te’vil etmek gibi bazı konularda Mu’tezile’nin etkisinde kalmıştır. Kulların fiilleri konusunda Cehm b. Safvan’dan etkilendi. Cebr’i savundu ve buna Kesb adını verdi. Onun bu konulardaki görüşlerini, onun hayatının sonlarında kaleme aldığı (İbane) adlı eserini okuyanlar bilirler. Yine ondan alıp yazan arkadaşlarının (ki arkadaşları onu en iyi tanıyanlardır) kitaplarını okuyanlar da bilirler. İbn Teymiye de ondan alıp teliflerde bulunmuştur.
Geçen şeylerden de anlaşılmıştır ki; Ehli Sünnet v'el Cemaat hak mezheptir. Onlar gerek inanç konusunda gerekse diğer konularda Allah’ın kitabına ve Peygamber (s.a.v.)’in sünnetine sarılmışlardır. Akılla veya hevayla bu ikisinin nasslarına muhalif olmamışlardır. İmanın temelleri, İslam’ın rükünleri konusunda sahabenin yoluna tutunmuşlardır. Hidayetin önderleri, hakkın ışığı, hayrın ve kurtuluşun davetçileri oldular. Hasan-ı Basri, Said b. Müseyyeb, Mücahid, Ebu Hanife, Malik, Şafii, Evzai, Ahmed, İshak, Buhari gibi kişiler ve onların yollarına tabi olan diğer kişiler gibi. Akide ve delil olarak onların yollarına tutundular.
Ehli Sünnetten bazı dini meselelerde ayrılan kimselere gelince, sahabenin ve İslam’ın hidayet öncülerinin görüşlerine uyanları Ehli Sünnetten sayılır. Az veya çok olsun bazı meselelerde ihtilafları ölçüsünde hata etmişlerdir. Onların içerisinde Ehli Sünnete en yakın olanları Ebu’l-Hasan el-Eşari ve akidede ona tabi olanlardır. Bundan anlaşılmaktadır ki, Ehli Sünnetin iki grubu yoktur. Tek grubtur. Kendi yolundan davete devam etmektedir. Bu davete devam edenlerden biri de İbn Teymiyye’dir. Hayatını buna adamıştır. Bu yolu inşa eden o değildir. İbn Teymiyye, sahabenin ve Hz. Peygamber’in ilk üç asrı hayırla şehadet ettiği neslin yolunu takip etmiştir. Ebu’l-Hasan el-Eşari ve arkadaşları Mu’tezile’den ayrıldıktan sonra bu yola tabi olan kişilerdir. Çok az meselenin dışında Ehli sünnetin yoluna tabi olmuşlardır. Bu sebeple Ehli sünnete diğer gruplara göre en yakın mezheptir.
(Bölümün numarası 3; Page No. 238)
(Bölümün numarası 3; Page No. 239)
(Bölümün numarası 3; Page No. 240)
Üçüncü olarak: Eşarilerden vb. kişilerden sıfatlar ve isimlerle ilgili nassları te’vil edenler, akli delillere ve şeri nasslardan bazılarına göre te’vil ettiklerini iddia etmekteler. Fakat durum böyle değildir. Çünkü bu konuda sarih akla aykırı, Allah’ın isim ve sıfatları ile ilgili gelen nasslara muhalif değildir. Allah’ın isim ve sıfatlarını ısbat eden ifadelerin çokluğuyla birlikte birbirini doğrulamaktalar. Allah’ı yarattıklarına benzemekten tenzih etmektedir.
Dördüncü olarak: Ebu Bekir el-Bakıllani, Ebul Ferec İbnul-Cevzi, Ebu Zekeriyya en-Nevevi, İbn Hacer vb. Allah’ın sıfatlarını te’vil eden ve asıl manasını te’vil edenler, bize göre, Allah’ın ilimleriyle müslümanları faydalandırdığı müslüman âlimlerin büyüklerindendir. Allah onlara rahmet etsin. Allah onları en güzel şekilde mükafatlandırsın. Onlar Sahabeye ve Peygamber (s.a.v.)’in hayırla şehadet ettiği ilk üç asırdaki selefin önderlerine tabi olan Ehli Sünnettendirler. Zâti sıfatları, fiili sıfatları veya sıfatlardan bir kısmını te’vil etseler de durum budur.
(Bölümün numarası 3; Page No. 241) Başarı Allah'tandır! Allah, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'e, âilesine ve sahabesine salât ve selam etsin.