Öğrenilmesi farz olan ilmin sınırı

(6249) no'lu fetva: Soru : Doğrusu, uzun zamandan beri içinden çıkamadığım bir sorunum var. Bu konuda elimden tutup beni doğru yola çıkarırsanız sevinirim. Mesele bütün ayrıntısıyla şöyledir: Allah Resûlü (s.a.v.) hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: A - Muhakkak âlimler, peygamberlerin varisleridir. Şübhesiz pey­gamberler, ne altın, ne de gümüşü miras bırakırlar, ancak ilim miras bırakırlar. Bu itibarla kim onu elde ederse, tam bir hisse almış olur. B - Şüphesiz Allah ve melekler insanlara hayrı öğretenlere salât ederler. (Bölümün numarası 12; Page No. 65)  C - Kul öldüğü zaman üç şey hariç ameli kesilir: Sadaka-i cariye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat. D - Göktekiler, yerdekiler, hatta yuvasındaki karıncalar âlim için istiğfar ederler. E - Öğreten ve öğrenen hayırda ortaktırlar. Diğer insanlarda ise hayır yoktur. Bu hadisi Taberânî, Ebü'l Derdâ'dan mefkuf olarak nakletmiştir. F - Benim sözümü işitip, onu olduğu gibi koruyan ve işittiği gibi onu yerine getiren kimsenin Allah yüzünü ağartsın. (Bölümün numarası 12; Page No. 66)  Allah, korunmuş kitabında şöyle buyurmaktadır: A - Allah'a ve peygamberlerine iman edenler, (evet) işte onlar, Rableri yanında sözü özü doğru olanlar ve şehitlik mertebesine erenlerdir. Onların mükâfatları ve nurları vardır. (Hadid 19) B - Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır! (Nisa suresi) Sorum şudur: Allah Resûlü'nün (s.a.v.) hadislerinden ve Allah'ın muhkem (korunmuş) âyetlerinden anlaşıldığına göre ilim ve alimden maksat İslam dinine dair ilim ve İslam şeriatını bilen âlimdir. Bunlar rabbanidirler, sıddıktırlar, ilimde rusuh sahibidirler, sair insanların şahididirler. Fakat Allah yüce kitabında şöyle de buyurmaktadır: (Bölümün numarası 12; Page No. 67)  A - Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. B - De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, Allah ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın. C - İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki D - Göklerin ve yerin hükümranlığın, Allah'ın yarattığı her şey ... hususunda düşünmediler mi ? E - İnsan neden yaratıldığına bir baksın!(5) Atılan bir sudan yaratıldı.(6) (O su) sırt ile göğüs kafesi arasından çıkar. Yine Allah Resûlü de (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: Ey Allah'ın kulları tedavi olunuz. Zira her hastalığın bir ilacı vardır. Yalnız bir derdin ilacı yoktur, o da ihtiyarlıktır. (Bölümün numarası 12; Page No. 68)  Bu ikinci grup ayet ve hadislerde şunu görüyoruz: Allah bizi şeri ilimler dışında başka ilimleri de öğrenmeye davet ediyor. Allah bir çok ayette bizi insan bedenini (anatomi) incelemeye davet ediyor ki Allah'ın kevni âyetlerini ve yaratıştaki mucizelerini keşfedip bunları insanlara açıklayalım, Allah'ın büyüklüğünü ve varlığını onlara ispat edelim, hakkı reddedenlere islam şeriatının doğruluğunu kanıtlayalım. Yalnız Allah değil, Allah Elçisi (s.a.v.) de bize bunu, yani tıp eğitimi almamızı ve bu yolla insanları tedavi etmemizi emrediyor. Bir çok hadisinde Allah Resûlü (s.a.v.) sayısız tedavi yoluna işaret ediyor. Bunların bir kısmı günümüzde ancak şeriat bilgisine sahip uzman bir doktor tarafından kullanılabilir. Sorum şudur (Birinci kısmı): Allah'ın insana sevap yazdığı ve sayesinde kendisini yüksek mertebeler verdiği, cennette peygamberler ve resullerden sonra dördüncü mertebeye çıkardığı ilim, sadece şeri, yani dini ilim midir? Bu durumda Allah yolunda çalışan tıp öğrencisinin sevaptan hiçbir hissesi ya da nasibi yok mudur? Yoksa âyet ve hadislerde kastedilen ilim, insanın aşağıdaki amaçlar çerçevesinde öğrendiği her türlü ilim midir? A- İslama ve Müslümanlara faydalı olmak B- Aziz ve celil olan Allah katında sevap kazanmak C- Yeni imani hakikatlere ulaşıp bunları insanlara açıklamak, böylece imanlarının kuvvetlenmesini sağlamak D- Allah'ın yaratış ve evrendeki icaz delillerine vakıf olarak imanını kuvvetlendirmek. Bu noktada her hangi bir ilmi okuyan her öğrencinin farz olan asgari dini bilgiye sahip olması hususu da dikkate alınmalıdır. Buna göre (sorunun ikinci kısmı): (Bölümün numarası 12; Page No. 69)  İnsan üzerine farz olan asgari dini bilgiyi öğrense ve öğrenmeye devam etse, sonra Müslümanları tedavi etmek ve sahip olduğu dini bilgiyle irtibatlandırarak yeni imani hakikatlere ulaşmak maksadıyla Allah yolunda anatomi okumak istese, Allah bu kimseyi de dini ilim tahsili yapan öğrenci gibi sevap listesine kaydeder mi? Yani Allah, Allah yolunda olduğu sürece sarfettiği gayretleri ve türüne bakmaksızın öğrendiği ilmin miktarına göre bu kimseye sevap verir mi? Yoksa dini ilimler, sevap konusunda birinci sırada, tıp gibi diğer ilimler ise ikinci sırada mı yer alır? Sorunun üçüncü kısmı: Her biri ilim tahsiliyle ve çalışmalarıyla Allah'ın rızasına ermeyi hedeflediği halde Şeriat okuyan, tıp okuyandan daha faziletli olacaksa, tıp okuyanın günahı ne de insanları tedavi etmek için, Allah Te'âlâ'nın kitabındaki buyrukları ve öğretilerine uyarak Allah'ın yaratışındaki icaz delillerini araştırmak için okumakla vakit kaybederek kendini bu sevaptan mahrum edecektir! Şeriat okuyan, doğal olarak hastalar insanların bir kısmını oluşturduğunda daha az insana yararlı olan uzman doktora göre daha fazla insana yararlı olduğu için mi doktordan daha çok sevap alır? Yoksa Allah bu iki tip insandan her birini kendi özel şartlarına göre sarfetiği gayret, tahsil ettiği ilim ve yaptığı çalışma miktarına göre mi hesaba çekecektir?


: Öncelikle belirtelim ki Allah, insanlara inançları ve yüce rablerine kullukları bakımından doğru yolu göstermek, onlara aralarında geçen beşeri münasebetleri, din ve dünya işlerini düzenleyen hükümleri eksiksiz biçimde açıklamak için kitabını indirmiş ve elçisi Muhammed'i göndermiştir. Allah böylece kullarına olan nimetini tamamlamış, kendileri için seçip razı olduğu dinlerini kemale erdirmiştir. Bu konuda yüce Allah şöyle buyurmuştur: Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim. (Bölümün numarası 12; Page No. 70)  İkinci olarak Yüce Allah kevnî âyetleri üzerinde insanların düşünmelerini, yarattıklarının olağanüstülüklerini tetkik edip sırlarına vakıf olmalarını, bu yolla yaratıcılarını tanımalarını, O'na inanıp kendisine gönülden bağlanmalarını, Allah'ın ancak bir tek Tanrı olduğunu bilsinler buyurarak Allah'ı gereği gibi tanımalarını, tek Allah'a kulluk etmelerini, Allah'ın sevabını umarak ve azabından korkarak sadece O'na boyun eğip kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamalarını, Allah'ın bütün bunları boş yere yaratmadığından ve başıboş da bırakmayacağından emin olmalarını emretmiştir. Dolayısıyla Allah'ın hikmeti, kullarını hesap günü için yeniden yaratmayı ve her bir insan kendi kazandığının karşılığını eksiksiz vermeyi gerektirir: Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür.(7) Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür. Allah'ın, yaratılanı ilk baştan nasıl yarattığını, (ölümden) sonra bunu (nasıl) tekrarladığını görmediler mi? Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır.(19) De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, Allah ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın. İşte Allah bundan sonra (aynı şekilde) ahiret hayatını da yaratacaktır. Gerçekten Allah her şeye kadirdir.(20) O, dilediğine azabeder, dilediğini esirger. Ancak O'na döndürüleceksiniz. Bu âyetlerin sevk sebebi, Hz. Nuh ve Hz. İbrahim'in (kendilerine selam olsun) davet ettikleri uluhiyette tevhitle ilgili öncesinde geçen esasların ispatı için burada söz konusu edilen rububiyette tevhit ilkesiyle istidlal etmektir. Yine Allah'ın yaratılışı başlatmasına olan eksiksiz kudretiyle hesap ve ceza günü için insanları yeniden diriltmeye de kudreti bulunduğuna delil getirmektir. Bu sebeple Allah insanlara yaratılışa tefekkür ve tedebbür gözüyle bakmalarını, yeryüzünde dolaşarak Allah'ın uluhiyette, noksansız isim ve sıfatlarında birliğini (tevhit), kıyamet günü yeniden diritme kudretine sahip olduğunu gösteren kevni delilleri öğrenmelerini, inananlarla inkar edenlerin akıbetlerinin ne olduğuna bakmalarını; inananlar ilahi yardım ve kurutluşa mazhar olurlarken kafirlerin helak ve yok olduklarını görmelerini, peygamberlerin davet ettikleri hak yola girerek onları kendilerine rehber edinmelerini, peygamberlerini yalanlamaları yüzünden Allah'ın azabına duçar olanların, güç ve kudret sahibi Allah'ın şiddetle cezalandırdıklarının yolundan uzak durmalarını emretmiştir. Eğer bilirlerse, ahiret azabı elbette daha büyüktür. Bütün bu âyetlerin incelenmesi ve onlardan dersler çıkarılması, delalet ettikleri inançlara, hükümlere ve bunların sonuçlarına iman edilirse, Allah inananların ve kendilerine ilim verilenlerin katındaki derecelerini kat kat artırır; dünyada kendilerine zafer ve hakimiyet verirken, kıyamette onları kurtuluş ve saadete ulaştırır. (Bölümün numarası 12; Page No. 71)  (Bölümün numarası 12; Page No. 72)  Böylece anlaşılmıştır ki söz konusu ayetlerden maksat, dinin inanç esaslarını ispat etmektir. Bu esaslar da uluhiyette tevhit (Allah'ın birliği) ve hesaba çekilmek üzere kulların kıyamet günü diriltilmesine inanmak, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) peygamberlik davasını ve insanları tevhit ve kıyamet günü dirilişe davet ettiğini tasdik etmektir. Yukarıda peşpeşe sıralanan âyetler buna delalet etmektedir. Bunlardan maksat, insanlar dünya işlerini öğrensinler diye sanayi ve ziraat ilminin esaslarını koymak ya da insanlar mühendislik, fizik ve jeojoji (yeryüzünün tabakaları) gibi ilimleri öğrensinler diye matematik teorileri koymak veya tabiat yasalarını açıklamak, böylece insanların dünya işlerinde kendilerini kalkındıracak buluşlara ulaşmalarını sağlamak değildir. Bilakis bu buluşlara ulaşanlar, önce Allah'ın tevfikiyle sonra da Allah'ın kendilerine bahşettiği derin tefekkür kabiliyeti, Allah'ın göklerle yeryüzünde ve bu ikisi arasında hizmetlerine sunduğu varlıkları ve Allah'ın evrene koyduğu doğa yasalarını sağlam biçimde incelemeleri sayesinde ulaşırlar. Yüce Allah'ı kitabı ve Hz. Peygamber'in sünnetinin asıl amacı, dinin usul ve furuunu açıklamaktır, tabii ilimlerin nazariyeleri ve ayrıntılarını açıklamak değildir. Kur'ân ve Sünnette bu ilimlere dair yer alan bilgiler azdır ve öncelikli amaç değildir. Bilakis tali amaçtır. Mesela tıp ve benzeri alanlarda varit olan haberler böyledir. Bunlar sınırlı sayıda cüzi meselelerden ibaret olup, hastalıkların teşhisinde başvurulan ya da bütün tedavi türlerinde esas alınan yahut bütün elementlerin özelliklerini ve bunlar içerisinde değişik hastalık türlerinin tedavisinde kullanılabilecekleri bilmeye yarayan külli kaideler değillerdir. Göklerin ve yerin hükümranlığın, Allah'ın yarattığı her şey ve ecellerinin yaklaşmış olabileceği hususunda düşünmediler mi ? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar? (Bölümün numarası 12; Page No. 73)  âyetinin izahı da böyledir. Âyet yalanlayanları göklerin ve yeryüzünün melekutuna ve Allah'ın bütün yarattıklarındaki olağanüstülüklere bakmayı, buradan hareketle biraz evvel açıklanan esaslara bağlı kalmayı, yani, tek Allah'a kulluğu, sadece O'na dua etmeyi, yüce Allah'ı kendini isimlendirdiği ve nitelendirdiği eksiksiz isim ve sıfatlarla isimlendirip nitelendirmeyi, başkalarının yaptığı gibi bu isim ve sıfatları inkar ve reddederek veya tahrif ederek yahut yüce Allah'ı onun kendini isimlendirip nitelemediği isim ve sıfatlarla isimlendirip niteleyerek veyahut Allah'tan başkasını O'nun kendi yüce zatını isimlendirip nitelediği isim ve sıfatlarla isimlendirip niteleyerek inkara düşmemeyi tavsiye ve emretmektedir. Allah'ın isim ve sıfatlarını inkar ederek yaptıkları iftiralar sebebiyle insanların, Allah'ın cezasına ve azabına uğramamaları, güç ve kudret sahibi Allah'ın kendilerini şiddetle cezalandırmaması ve Allah'ın verdiği mühlete aldanmaktan sakınmaları istenmiştir. Zira yüce Allah bahane bırakmamak ve istidracen (isyancıların isyanlarında azmalarına müsaade etmesi) mühlet verir ama asla ihmal etmez. Bu bağlamda yüce Allah şöyle buyurmuştur: En güzel isimler (el-esmâü'l-hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.(180) Yarattıklarımızdan, daima hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren bir millet bulunur.(181) Âyetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helâke götüreceğiz.(182) Onlara mühlet veririm; (ama) benim cezam çetindir. (Bölümün numarası 12; Page No. 74)  Sonra Allah Te'âlâ peygamberi Muhammed'in şanını yüceltmiş, akıl bakımından üstünlüğü, peygamberlik ve uyarıcılık davasındaki doğruluğunu vurgulayarak şöyle buyurmuştur: Düşünmediler mi ki, arkadaşlarında (Muhammed'de) delilik yoktur? O, ancak apaçık bir uyarıcıdır. Sonra insanlara göklerdeki ve yeryüzündeki varlıkların incelemeyi emretmiştir. Dolayısıyla âyeti kerime öncesiyle birlikte, Ankebut sûresinin ilk âyetleri gibi, bütün çeşitleriyle tevhidi, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliğini ve Allah'tan getirdiği haberlerde doğru olduğunu, er ya da geç kıyamet günü herkesin hesap vereceğini ispat için sevk edilmiştir, yoksa, tabii ilimler alanında bu ilimlerin ayrıntılarını öğrenmek isteyenlerin, yukarıda geçen âyetlerin izahında belirtilen diğer detaylar için başvuracakları yasalar ya da teoriler olsun diye indirilmemiştir. İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki onun (Ku'ran'ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması, yetmez mi? âyetinin yorumu da daha evvel geçen Araf ve Ankebut sûrelerindeki âyetlerin yorumundan farklı değildir. Bu da tevhit inanıcını, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) peygamberliğini, kıyamette yeniden dirilmeyi ispat etmektedir. Hatta Fussilet sûresinin tamamı bu esasların ispat ve beyanı için nazil olmuştur. İnsan neden yaratıldığına bir baksın!(5) Atılan bir sudan yaratıldı.(6) (O su) sırt ile göğüs kafesi arasından çıkar. (Bölümün numarası 12; Page No. 75)  âyeti ise insanın ilk yaratılışıyla Allah'ın yeniden yaratma kudretine sahip olduğuna delil getirmek için sevk edilmiştir. Zira Allah'ın kudretine göre hepsi bir olsa da, müşahede deliliyle ilk baştan yaratmaya gücü yetenin, yeniden yaratmaya haydi haydi gücü yeter. Bu meyanda yüce Allah şöyle buyurmuştur: İlkin mahlûkunu yaratıp (ölümden) sonra bunu (yaratmayı) tekrarlayan O'dur, ki bu, O'nun için pek kolaydır. Göklerde ve yerde (tecelli eden) en yüce sıfat O'nundur. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir. Hatta, Tarık sûresinin tamamı, yeniden dirilmenin ispatı ve yalanlayanların uyarılmasıyla ilgilidir. Tedaviyle ilgili hadis ise tedavi olmayı emredip tedavi için esbaba tevessül etmeye ve bu sebepleri ihmal etmemeye dikkati çekmekte, şifa noktasında tedavi olanın, sebeplere dayanıp onları asıl sebep kabul etmemesi şartıyla bunun tevhit akidesine ters düşmediğini beyan etmektedir. Bu durumda tedavi olan kimse, şifanın Allah'tan olduğuna, hastalığı da ilacını da Allah'ın yarattığına, hadiste belirtildiği gibi Allah'ın her hastalığa bir ilaç varettiğine kesin inanmalıdır. Diğer yandan, Hz. Peygamber (s.a.v.) hastalık ve ilacın bütün türlerini detaylarıyla açıklamamış, bir kaç istisna dışında her bir hastalığın özel ilacını belirtmemiş, tıp eğitimi almak isteyenlerin tıp ilmini , hastalıkların özelliklerini ve semptomlarını öğrenecekleri genel bir yasa koymamıştır. Tersine insanları araştırmaya ve din ve dünyaları için kendilerine fayda verecek şeyleri öğrenmeye teivik etmiştir. Allah kainatı insanların hizmetine vermiş ve kendilerine bahşettiği akılla bu alanı araştırmalarını istemiştir. Sonra dilediği kimseleri, dilediği ölçüde, kainatın sırları ve olağanğüstülüklerini, maddelerin özelliklerini, fayda ve zararlarını keşf ve idrake muvaffak kılmıştır. (Bölümün numarası 12; Page No. 76)  Buna göre Müslümanlara düşen, yüce Allah'ın kitabını ve peygamberinin sünnetini tefekkür ederek şeriatı, şeri maksatları ve feri meseleleri eksiksiz öğrenmeleridir. Bütün bunları Allah'ın kendilerine lutfettiği akıl ve istidat, müyesser kıldığı sağlık ve boş vakit çerçevesinde yerine getirirler. Yine Müslümanların, Allah'ın gökler ve yeryüzünde egemen olan kevni yasalarını inceleyerek buradan Allah'ın kainatta gizlediği sırları öğrenmeleri, Allah'ın izniyle ihtiyaç duydukları tıp, ziraat, sanayii, fizik ve jeoloji vb. gibi doğa bilimlerini çıkarmaları, bunlardan dünyada istifade edip din işlerinde de yaralanmaları, bu konuda kafirlere muhtaç duruma düşmemeleri gerekir. Böylece hem dünyada güç ve kuvvet sahibi olurlarken, hem de ahirette kurtuluşa ve saadete ererler, diğer yandan, yeryüzünde halifelik makamına ve yeryüzünü maddi ve manevi bakımdan imar etmeye liyakat kesbederler. Müslümanların alimler ve yöneticiler olarak bütün veliyiemirlerine düşen de islam ümmetini kalkındırmak, ümmeti en iyi şekilde himaye etmek, elinden tutarak ilim ve amel bakımından kendilerine fayda ve yarar sağlayacak hedeflere yükseltmek, araştırma ve üretim bakımından hayatın bütün alanlarıyla eşit olarak ilgilenerek dini ya da dünyevi muhtelif ilim ve çalışma alanları yaratıp, ümmetin hizmetini görecek, yükünü omuzlayacak ve teori ve pratikte onu başka develetlere muhtaçlık durumundan kurtaracak, sorumluluk sahibi donanımlı fertler yetiştirmektir. (Bölümün numarası 12; Page No. 77)  Buradan anlaşılıyor ki dini ilimlerin her biri, onu öğrenmeye yardımcı yol ve yöntemleriyle birlikte, Yüce Allah'ın, kendi rızası için öğrenen ve öğrendiğiyle amel eden kimselerin derecelerini yükselttiği ilimler sınıfına dahil ve birinci öncelikli hedeftir. Tıp, ziraat, sanayii vb. gibi ümmetin ihtiyaç duyduğu ve hayatının dayandığı her bir dünyevi ilim de, eğer niyetler halis olur, bunları öğrenen ve öğrendiğini uygulayan kimse, bununla islam ümmetine yararlı ve yardımcı olmayı, ümmetin durumunu yükseltmeyi, kafir ve sapkın devletlere muhtaç olmaktan kurtarmayı murat ederse, ikinci öcelikli amaç olarak sahibinin derecesini artıran ilimlere girer. Bu ilimlerin her birinin dercesi, dine olan yakınlığı ve fayda verme ve ihtiyaç görmedeki rolüne bağlı olarak diğerinkinden farklıdır. Yüce Allah bütün işleri belli bir ölçülere göre takdir edip, her birininin yerini tayin etmiştir. O, sırrı da daha gizlisini de bilir. Herkesin yaptığının karşılığını O verecektir. Dünya ve ahirette dereceleri ancak O yükseltir. O'dur doğru hükmü veren ve herşeyi hakkıyla bilen. Başarı Allahtandır! Efendimiz Muhammed'e (s.a.v.), âilesine ve sahabesine salât ve selam olsun.


Tags: